16 Ağustos 2011 Salı

Pembe maske nedir? Nasıl yapılır?

Aslında Pembe Maske uzun zamandır pek çok ünlünün tercih ettiği bir yöntem ama Yıldız Çağrı Atiksoy’un cildinin güzelleşmesinden sonra gözler Pembe Maske tedavisine çevrildi.Nedir Pembe Maske,Nasıl Uygulanır?Maliyeti ne kadardır?İşte ayrıntılar
Pembe maskeyle ünlüleri hem gençleştirip hem de güzelleştiren Enes Bio Estetik Center’ın sahiplerinden Nesrin Sürer, Günaydın’a verdiği röportajda; ‘Özge Özberk’in cilt sorununa Tuba Büyüküstün’ün kalçasına pembe maske uyguladık,’ diyor.
Ünlülerin yaz-kış demeden gittiği Enes Bio Estetik Center, artık Erenköy’de değil, geçen seneden itibaren Nişantaşı’nda hizmet vermeye başladı. 22 yıldır ‘Neştere Paydos’ sloganını kullanan güzellik merkezinde yok yok ama hâlâ en çok konuşulan uygulamaları pembe maske… Enes Bio Estetik Center’dan Nesrin Sürer, ünlüler dünyasını ve maskenin yararlarını anlattı…

* Ne zamandan beri pembe maske yapıyorsunuz?

1987 yılından beri pembe maske yapıyoruz. Tahsilimizi Avrupa’da yaptık. Okul bittikten sonra da uzman olarak çalıştık. Önce Erenköy’de merkez açtık ardından geçen yıl Nişantaşı’na taşındık. Burada doğal maddelerle uygulama yapıyoruz.

YAN ETKİSİ YOK!

* Peki içinde ne var?

İçeriğinde doğal bitki kökleri var. Zaten rengini de doğal bitki köklerinden alıyor. Maskenin içinde doğal ısınmayı sağlayan kristal tuzlar bulunuyor. Dolayısıyla hemen ısınıyor. Isınma yeni hücre oluşumunu tetikliyor. Maskenin içindeki maddeler kişiye özel olarak değişiyor.“Pembemaske yöntemi; ciltteki su vitamin ve kolajen eksikliğini tamamlayarak cildin tazelenmesine ve eski sağlığına kavuşmasına yardımcı olur. Uygulama özellikle düzensiz çalışma saatlerinden ve yoğunmakyajdan olumsuz etkilenen ciltlerde son derece etkili oluyor.

* Pembe maskeyi hangi yaş grubuna uyguluyorsunuz?

10 yaşındaki kişiye değil ama 15 yaşında akne problemi yaşayan kişilere uygulayabiliyoruz. Bu maskemizin özelliği cildi dengeye kavuşturması… Kişi krem sürer, ilaç sürer, bir türlü cildinde iyileşme göremez. Biz bu maskeyle cildin tazeliğe kavuşmasını sağlıyoruz. Bu maskenin yan etkisi hiç yok çünkü tamamen doğal!

* Gamze Özçelik, Zuhal Olcay, Seda Özer, Tuba Büyüküstün… Başka hangi sanatçılar size geliyor?

Çok var. Bizim en eski müşterimiz Zuhal Olcay… Lale Mansur, Şerif Sezer de gelen isimler arasında… Ama Şerif Hanım’a farklı bir çalışma uyguladık. Yüz kaslarını güçlendirdik. İçinde pembe maske, oksijenin de bulunduğu bir tedaviyle cildini sağlığına kavuşturduk.

* Sanatçılardan en çok hangisinin yüzü uğraştırdı sizi. Zuhal Hanım en eski müşteriniz olduğuna göre onun cildi mi?

Zuhal (Olcay) Hanım, zaten doğal yaşama ve kişisel bakımına da önem veren biri… Sanatçılarımız içinde en doğallarından biri diyebilirim.

*Boyunada Uygulanıyor..

Öncelikle kişiye bilgisayar ortamında cilt analizi uygulanarak cilt tipi belirleniyor ve yaşına göre bir ürün seçiliyor. 1.5 saatlik bakımdan sonra biomolekül içerikli hamur kıvamındaki pembe maske; tüm yüze ve boyun bölgesine sürülüyor.Maskenin ısısı kendiliğinden 42 dereceye yükselip sıfır dereceye düşüyor. Bu ısınma ve soğuma işlemi sırasında önceden kişinin cilt tipine ve sorununa göre seçilen aktif maddeler (vitamin kolajen elastin) cilde iyice nüfuz ediyor. 30 dakikalık bu uygulamadan sonramaske yüz kaslarının hareket ettirilmesiyle kolayca çıkarılıyor.”

Gençlerin sivilceleri yaşlıların kırışıklıkları yok oluyor

Nesrin Sürer pembe maskenin gün aşırı ya da haftada 2 kez uygulanabildiğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Genç ciltler için hazırlanan pembe maskenin içeriğinde ağırlıklı olarak A ve C vitaminleri ile yoğun bir nem deposu olan Q10 bulunuyor. Bu vitaminler sayesinde yağ salgılaması dengeleniyor ve sivilce oluşumu azalıyor. Orta yaş grubundaki kişilerin yorgun olan ciltleri tazelenerek genç bir görünüm kazanıyor. Olgun ciltler için hazırlanan pembe maskenin içeriğinde yoğun olarak; kolajen Q10 elastin hyolünorik asit etken maddeleri A E ve F vitaminleri ile çinko demir ve selenyum kullanılıyor. Bu maddeler kırışıklıkları azaltıyor ve oluşan gevşemeleri toparlıyor. Uygulama sayesinde cilt canlanıyor.”

* Pembe maskenin içeriği kişiye göre değişiyor mu?

Hayır. Burada yaptığımız her çalışmayı kişiye özel yapıyoruz. Mesela; bir sene evvel Özge Özberk geldi. Onun çok kuru ve hassas bir cildi var. Bu yüzden de kırışmıştı. Özge’ye kırışık önleyici bir tedavi yaptık.

POPOYU KALDIRIYORUZ!

* Pembe maske vücuda uygulanır mı?

Bu maskenin özelliği ısınıp soğuması… Ürünü cilt altına indirmesi… Maskenin ısınıp soğumasıyla cilt sıkılaşıyor. Bu da bayanların bacaklara ve popolarındaki düşüklüğe iyi geliyor. Tuba’nın (Büyüküstün) kalçası düşüktü, baseni vardı. Bu sorununu pembe maskeyle düzelttik.

* Peki siz kendinize de bu maskeyi yapıyor musunuz?

Tabii ki 10 günde bir, 15 günde bir yapıyoruz. Cildi mevsime hazırlamak için güneşe çıkmadan önce, sonra ve kışa hazırlanırken bu maskeyi uyguluyoruz. Çünkü mevsimsel olarak cilt değişime uğruyor. Direkt güneşe çıkmadan cildi hazırlamak gerekiyor.

Ayva reçeli nasıl yapılır? Oktay Usta tarifi

İşte size Oktay Ustanın o nefis Ayva Reçeli Tarifi

Ayva Reçeli için Malzemeler
2 kg. ayva
2 kg. toz şeker
1,5 lt. su
10 karanfil
1 adet limon suyu

Ayva Reçelinin yapılışı

Ayvaların kabuklarını soyun.Ayvaların kabuklarını soyduktan sonra rendeleyin.Tencereye 1.5 litre suyu alın.Tencereye rendelenmiş ayvaları ilave edin.Ayvanın çekirdeklerini de ilave edin.Ayvaları ilk önce su ile beraber haşlayın ve kaynamaya bırakın.

Ayvalar piştikten sonra tencereye 2 kg.toz şeker ilave edin.Üzerine 10 adet karanfil ilave edin ve pişirmeye devam edin.

Ayva reçelini ocaktan almadan 10 dakika önce limon suyunu ilave edin.Ayva reçeli piştikten sonra sıcak olarak kavanoza boşaltın.Kavanozun kapağını kapatın.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Hidroterapi nedir?

Suyun iyileştirici özelliklerinden insanlar eski çağlardan beri faydalanmışlardır. Eklemlerindeki ya da kaslarındaki ağrılardan yakınan hastalara yararlı olan hidroterapi tıp çevrelerince 1930lu yıllarına kadar benimsenmemiştir. Günümüzde ise Hidroterapi yani su ile tedavi doktorlarında bir çok tedavide ek olarak önerdiği yöntemlerden biridir.

Hidrterapi vücuttaki herhangi bir hastalık ya da sakatlığın su için de su yardımıyla iyileştirilmesidir.Günümüz de özel olarak hidrotepari merkezleri bulunmaktadır.

Hidroterapi Nasıl Uygulanır?

Büyük hastaneler de Hidroterapi ya tek kişilik küvetlerdeki ya da havuzlardaki su içinde hastalara iyileştirici özel hareketler yaptırılarak uygulanır.

Hidroterapi bir fizik tedavi yöntemi olarak da kullanılmaktadır.Ancak bazı hidroterapi yöntemleri bugün kullanılmaktadır. Örneğin hastanın sırtına ve bacaklarına sıcak ve soğuk olarak değişen basınçlı su sıkmak gibi duş yöntemleri artık kullanılmayan hidroterapi yöntemlerindendir. Bugün kullanılmayan bir başka yöntem de hastanın tuz çamur gibi turbo içeren banyolara girmsesidir.

Hidroterapi hastanın tedavisine erken başlanmasına olanak vererek bir an önce iyileşmesini sağlar. Böylece uzun süre hareketsiz kalmaktan doğabilecek zararlı durumları önler.

Sıcak su ağrıyı hafifletmeye ve gergin kasları gevşetmeye yarar. Sağlıklı bir kişi alışık olmadığı halde ağır kas hareketleri yaptıktan sonra, nasıl vücudunun çeşitli yerlerinde ağrılar ve sızılar duyar da sıcak bir banyo yaptıktan sonra rahatlarsa, sıcak su, eklem ve kasları ağrıyan hastaları da aynışekilde rahatlatır. Bazı durumlarda hastanın eklem ve kasları sertleşerek hareketleri zorlaşır ve ağrı verir. Bu gibi eklemler sıcak suya sokulunca çevredeki kaslar gevşer. Böylece eklemli yerler daha kolay ve rahat hareket etmeye başlar. Bugün oldukça rağbet gören kaplıcaların şifasının bir nedeni de budur.

Hidroterapi suyun kaldırma gücünden de yararlanır. bazı hastaların bacak kasları zayıfladığı için vücut ağırlığını çekemez. kimi hastalar da ameliyat geçirdiği için kol ve bacaklarını kullanmakta zorluk çekebilirler. Bu gibi durumlarda eğer vücut hareketleri yapmak gerekiyorsa, doktorlar çoğu zaman su da yapılan vücut hareketlerini su egzersizlerini tavsiye ederler. Bir hasta boynuna kadar su içine girdiği zaman normal ağırlığının ancak onda birinden daha azı bacaklarına yük olarak biner. Böylece su içinde bulunmak hastanın normalde yapamayacağı egzersizleri yapabilmesini sağlar. http://www.saglikcini.com

Hidroterapi genel olarak eklemleri ve kasları herhangi bir nedenle yıkıma uğramış, zayıflamış ya da sertleşmiş hastalara uygulanır.

Selülitten nasıl kurtulunur?

Beden Hareketlerinin Selülite Yararı Varmıdır

Selülit çok tartışılan bir konudur. Sözcüğün çıkış yeri olan Fransa’da selülit tıp yönünden özgül bir durum olarak kabul edilmiştir.
Selülit kaba etlerde ve kalça çevresinde toplanan bir tür yağlı doku demektir. Cilt portakal kabuğu gibi çukur çukur olur. vücudun o bölgesinde cilt yüzeyinin altı sertleşir. cildin esnekliği azalır.
Selülit çoğu zaman şişmanlıkla ortaya çıkarsa da yalnız şişman kişilerde görülen bir durum değildir. normal kilolu hatta normalden zayıf kişilerde de görülebilir.
Selüliti önlemenin veya yok etmemnin yöntemleri mevcuttur. Selülitin oluşmasına genellikle yetersiz bir süzme yöntemi de yol açabilir. Bu sebeple su ve artık maddeler dokularda toplanır. Bu nedenle uzmanlar hergün günde en az 8 bardak su içilmesini öenermektedirler.
Doktorların çoğu özel kremler ve masaj aletleri yerine selüliti gidermek için bazı egzersizler beden hareketlerinin yapılmasını önerirler.
Egzersizler yaparak kasları güçlendirmek ve dolaşımı uyarmak kalçalardaki sarkık dokuların oluşumunu önler.

12 Ağustos 2011 Cuma

Suçiçeği nedir?

Hafif ateş ve döküntü ile seyreden kuluçka süresi 2-3 hafta olan çok bulaşıcı virütik bir hastalıktır. Solunum yoluyla, damlacık enfeksiyonuyla ve hastaya direkt temasla bulaşır.ateş, baş ve karın ağrısı, halsizlik, nezle ve öksürük belirtileriyle başlar. Daha sonra vücudun çeşitli yerlerinde, içi su dolu pembe kabarcıklar oluşur. Döküntülerin başlamasından iki gün önce ve beş gün sonrası hastalık başkalarına bulaşabilir. Aşısı tüm çocuklara uygulanmaz. Bu aşı annesi suçiçeği geçirmemiş ve direnci düşük bebeklere yapılır.
Hastalık iyileşinceye kadar çocuğa banyo yaptırılmamalıdır. Döküntüler iltihaplara ve ciltte kalıcı izlere yol açacağından kaşınmamalıdır.

Özel bir tedavisi yoktur. Ancak hastanın yatarak dinlenmesi ve hekim kontrolünde olması gerekir.

Korunmada, hasta kişilerle temastan kaçınılmalı, kapalı ve havasız ortamlardan uzak durulmalıdır.

Tehlikeli gebelikler

Annenin;

* İlk gebeliğini yaşaması,
* Gebenin 17 yaş altında ve 35 yaş üstünde olması,
* Anne boyunun 150 cm altında olması,
* Dörtten fazla gebelik geçirmiş olması,
* Daha önce düşük veya ölü doğum yapılmış olması,
* İki gebeliğinin arasının iki yıldan az olması,
* Bir önceki doğumunun sezaryen ameliyatı ile yapılmış olması,
* Kalp, böbrek, şeker, yüksek tansiyon, verem gibi hastalıklarının olması,
* Daha önce özürlü ya da çoğul doğum yapmış olması,
* Gebelik sırasında kızamıkçık, toksoplazmozis vb. hastalıklar geçirmesi,
* Bebeğiyle kan uyuşmazlığının olması sağlığını tehlikeye atar.

Gebelik dönemi

Gebelik, kadın yumurtalıklarından atılan yumurta hücresinin, yumurtalıklardan rahme uzanan tüpte, erkek üreme hücresi (sperm) tarafından döllenmesi ile başlar. Döllenen yumurta, rahme inip gebelik için hazırlanmış bol damarlı ve yumuşak dokuya yerleşir ve burada gelişir.

Bunun sonrasında;
Anne karnındaki embriyo,
Bebeğin içinde bulunduğu ve amniyon sıvısı ile dolu amniyon kesesi,
Anneyle bağlantılı olan plasenta (eş) ve kordon meydana gelir.

Fetüs, plasentaya kordonla bağlıdır ve bebek plasenta arcılığı ile anneden kendi gelişimi için gerekli maddeleri alır. Gebelik yaklaşık 40 hafta sürer.

Gebeliğin ilk belirtileri arasında; âdet kanamalarının kesilmesi, özellikle sabahları olan bulantı ve kusmalar sayılabilir. Memelerde büyüme ve hassasiyet, cilt renginde koyulaşmalar olabilir. İlk üç aydan sonra karında fark edilir bir büyüme gözlenir. Gebede yorgunluk hissi ve bacaklarda şişme olabilir. Gebeliğin ileriki dönemlerinde büyüyen rahmin, idrar kesesine baskı yapması ile idrara çıkma sıklığı artar.

Gebelikten şüphelenildiği zaman, ilgili sağlık kuruluşuna gidilmelidir. Böylece hem gebeliğin tanısının kesinleşmesi hem de anne ve bebeğin sağlığını etkileyecek sorunların önceden belirlenmesi sağlanır. Örnek olarak anne bebek arasında kan uyuşmazlığı, bazı kalıtsal hastalıklar, önceden belirlenirse ya gebelik sonlandırılır ya da gerekli önlemler alınabilir. Gebelik kesinleşince önerilen sürelerde kontroller yaptırılmalıdır. Yurdumuzda bu hizmeti, başta sağlık ocakları, sağlık evleri olmak üzere birçok sağlık kuruluşu vermektedir.

Pasif içicilik nedir?

Bir bağımlı, sigarasını yaktığında duman havaya iki yolla karışır. Birincisi içicinin akciğerine çekip sonra ortam havasına bıraktığı dumandır. Bu dumanın bir kısmı sigara filtresi ve içicinin akciğeri tarafından süzülerek zararlı maddelerinden bir ölçüde arındırılır.

İkincisi ise doğrudan yanan tütünden havaya karışır. Sigara içenin akciğerlerinden süzülmediği için yan akım dumanı daha yüksek konsantrasyonda zararlı kimyasal madde taşır.

Sigara içmeyen kişiler, içilen bir ortamda bulunduklarında gönülsüz de olsa bu yan akım dumanını solumuş olurlar. Böylece pasif içici olurlar. Zaman zaman, sigara içilen ortamlarda bulunmamız gerektiğinde hepimiz birer pasif içici oluyoruz. Pasif içicilik, burun ve boğazı tahriş eder, gözleri yakar, kaşındırır ve sulandırır. Ancak bunun çok ötesinde sağlık için büyük tehlikeler taşır. Araştırmalar, yan akım dumanında, ana akım dumanından iki kat daha fazla katran ve nikotin olduğunu göstermektedir. Yine üç kat daha fazla karbon monoksit, yan akım dumanında bulunur. Solunan bu duman, kanın oksijen taşıma kapasitesini düşürmektedir. Pasif içici durumundaki kişilerde zatürre, bronşit, astım gibi hastalıklar artış göstermektedir.

Tütün ve sigaranın zararları

Sigara, pipo ya da puro içen bir kişi, her nefes dumanla birlikte akciğerlerine 4000 kimyasal maddeyi çekmektedir. Bunlardan en az 1000 tanesi, zararlı olduğu kanıtlanmış maddelerdir. Bunlardan bir kısmı tabloda listelenmiştir.

 asetaldehit  benzen  formaldehit
 aseton  benzopiren  hidrosiyanik
 asetonitril  2, 3 butadion  hidrojen siyanid
 akrolein  butimalin  metakrolein
 akrilonitril  karbon monoksit  metil akol
 amonyak  dimetil amin  metil furan
 anilin  dimetil nitrozamin  metil naftalen
 toluen  etilamin  nikotin
 vinil klorid  fenol  nitrit oksit
 nitrojendioksit  piridin

Bunlardan en zararlıları ve bilinenleri nikotin, katran ve karbon monoksittir. Nikotinin vücut organlarına etkileri genellikle uyarıcı niteliktedir ve bağımlılığa neden olur. Nikotin; kalp hızını, kan basıncını, her atımda kalpten pompalanan kan hacmini, kalbin kasılma kuvvetini artırır. Deriye giden kan damarlarını ve toplardamarları daraltır. Akciğerlerde hava yoluna zehirli gazlar ve parçacıklar yerleştirir, tahriş öksürüğü yapar, solunum güçlüğüne neden olur. Kanda şeker, laktik ait ve yağ türevi maddelerin düzeyini yükseltir.

Tütünün yanması ile oluşan katran, sigara içenlerin dişlerinde, parmaklarında gözle görülebilir bir kahverengilik bırakırken solunum yolunda bulunan ve akciğerlere yabancı maddelerin geçişini engelleyen tüysü yapıyı bozar. Böylece yabancı maddeler tutulup süzülemez ve hastalıklara yakalanma riski artar. Katran, kansere neden olan yüzlerce madde taşır. Akciğer, boğaz ve ağız içinde oluşan kanserler tütün içiminde katran solunmasına bağlıdır.

Karbon monoksit solunduğu zaman, kanda oksijeni taşıyan hemoglobin molekülleriyle yer değiştirir. Yani sigara içenlerde vücut hücrelerine daha az oksijen taşınır. Kalp çok çalışır, kısa kısa soluk alınır ancak vücuda alınan oksijen miktarı yeterli gelmez.

Sigara içme yerine tütün çiğnemenin daha az zararlı olduğu inancı yanlıştır çünkü tütün çiğnendiğinde de aynı zararlı maddeler alınmış olur.

Ağız ve diş sağlığı

Ağız ve diş sağlığı genel sağlığımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Önemli sağlık sorunları arasında yer alır.

Ağız sağlığı; dişler ve onları çevreleyen sert ve yumuşak dokuların tümünün hastalıklarının tedavisini ve korunmasını içerir. Sert dokular, diş köklerinin içinde bulunduğu alveol çukuru, çene kemiği ve damaktır. Yumuşak dokular ise dudak, dil, yanak ve diş etleridir. Dişlerin ve çevre dokuların temizliği ağız sağlığının temelini oluşturur.

Dişlerin tam, dizilişlerinin düzgün, renklerinin normal ve çürüksüz olması sağlıklı diş olarak tanımlanır. Bu amaçla uygulanan yöntemler diş sağlığının temelini oluşturur.

Dişler, ağız boşluğunun çevresinde, çene kemiklerinin kenarlarına dizilmiş olan, yiyecekleri kesip koparmaya ve çiğneyerek öğütmeye yarayan beyazımsı renkte, sert ve dayanıklı oluşumlardır. Ayrıca dişler, konuşmaya yardımcı olur.

Ağız sağlığı yalnızca dişlerin korunması için önem taşımaz. Bütün vücut sağlığı için ağız sağlığını önem verilmesi gerekir.

Ağız ve diş sağlığı; ağız temizliği, doğru beslenme, flor alımı gibi diş dokusunu güçlendirici girişimlerle sağlanır. Ayrıca eğri dişlerin düzeltilmesi, hasta diş ve diş etlerinin tedavisi, dişlerin düzeninin korunması da ağız ve diş sağlığının korunmasında etkilidir.

Kişisel temizliğin önemi

Sağlıklı olmak için temizliğe ve tüm temizlik uygulamalarına özen gösterilmelidir. İnsan sağlığına katkıda bulunacak şekilde vücudumuzun tüm bölümlerini, günlük yaşantımız gereği oluşan kirlerden, artıklarından arındırma işlemlerine kişisel temizlik adı verilir. Bu temizlik kapsamına sadece vücudumuz değil, iç ve dış giysilerimiz de alınmalıdır.

Temizlik kişilere güven ve mutluluk verir. Temiz insan çevresinde olumlu etki bırakır. İşinde başarılı ve verimli olur.

Yeterli yapılmayan temizlik sonucu, mikroorganizmaların vücuda yerleşerek hastalık yapma olasılıkları artar. Yani kirli kalan bölgeler hastalığa neden olur. Temizliğin olmadığı yerde sağlıktan söz edilemez.

Dinî açıdan da temizlik büyük önem taşır. “Temizlik imandan gelir.” Hadisi, İslam dininin kişisel temizliğe verdiği önemi yansıtır.

Temizlikte kullanılan sabun, havlu, tarak, fırça gibi araçlar kişiye özeldir. Bu araçlar kesinlikle ortak kullanılmamalı, temizliklerine özen gösterilmelidir. Manikür araçları da bazı hastalıkların (Hepatit B, AIDS vb.) bulaşmasına neden olduğundan bu araçların da kişiye özel olması gerektiği unutulmamalıdır.

Sağlığa etki eden çevresel etmenler

Sağlığa etki eden çevresel etmenler başlıca altı grupta incelenebilir:

Kimyasal etmenler: Zehirler, kanser yaptığı saptanan maddeler bu gruptandır.

Temel madde eksiklikleri: Vitaminler, esansiyel aminoasitler, yağ asitleri, mineraller gibi vücutta yapılamayan, mutlaka dışarıdan alınması gereken maddelerin eksiklikleridir.

Psikolojik etmenler: Günlük yaşamın getirdiği sıkıntı, kaygı gibi ruhsal gerginlikleri bu gruptandır.

Sosyal, kültürel ve ekonomik etmenler: Bir toplumun ekonomik durumu, eğitim düzeyi, beslenme alışkanlıkları, sağlık konusundaki örf, adet ve davranışları, inanışları, kişilerin birbiri ile etkileşimi sağlığa etki eden çevresel etmenlerdendir.

Biyolojik etmenler: Mikroorganizmalar, vektörler, bitkiler, hayvanlar, besinler.

Fiziksel etmenler: Isı, ışın, travma, içme ve kullanma suları, atıklar, konutlar, iklim, hava ve su kirliliği, giysiler, gürültü, kamuya açık yerler, sağlığa zarar verebilecek kuruluşlar ve mezarlıklar başlıca fiziksel çevre öğeleridir.

Sağlığın Tanımı

Yüzyıllardan beri insanoğlunun en büyük düşlerinden biri, sağlıklı ve uzun bir yaşamın sırrını keşfetmek olmuştur. Sağlıklı olmadıkça uzun bir ömrün yeterli olmadığı kabul edilen bir gerçektir.

Peki, nedir sağlıklı olmak? Dünya Sağlık Örgütü –DSÖ (World Health Organization - WHO) nün kabul ettiği tanıma göre sağlık, sadece hastalık ve sakatlık halinin olmayışı değil bedensel ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik halidir. Kişilerin bedence hasta ya da sakat olmamasının yanı sıra ruhsal açıdan dengeli, çevresiyle uyumlu ve zorluklara karşı dirençli olmasıdır. Bedensel ve ruhsal iyilik halinin bir de sosyal yönü vardır. Sosyal ve kültürel çevresinden olumlu yönde etkilenmiş kişiler için sosyal iyilikten söz edilebilir. Hastalıkların temelinde yalnız fiziksel ve biyolojik nedenler değil sosyal ve kültürel etkenler de rol oynar. Yoksul ve eğitimsiz toplumlarda beslenme bozukluklarına bağlı hastalıklar daha sık görülür. Kişilerin inançları, yaşam koşulları ve ekonomik güçleri sağlıklarını doğrudan etkiler. Örneğin, ishal olan bebeklere su verilmemesi gibi yanlış inanışlar, her yıl binlerce bebeğin ölümüne yol açmaktadır.

Sağlık tanımında yer alan “hastalık hali” üç şekilde ele alınabilir: Bilimsel açıdan hastalık, vücuttaki çeşitli organ ve sistemlere ait gözle görülebilir, ölçülebilir belirtileri olan, kişilerde belirli yakınmalara yol açan fonksiyon bozukluğu olarak tanımlanır.